-MEKTUP-
“BAŞINI
EĞMEYEN KADIN” SUAT DERVİŞ’E
Sevgili Suat,
Seni tanıdığım gün derin bir “off!” çektiğimi hatırlıyorum.
“Off ya! Keşke bugün yaşasaydın.”
Hatırlıyorum o ilk tanışmamızı; Elimde Liz Behmoaras’ın
“Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi” adlı kitabı. Bir makalede okuduğu 3 kelime
ile başlamış seni yazmaya Behmoaras; “Başı Eğilmez Kadın!”
Oturmuşum
pencerenin önüne, okuyorum… Dakikalar akıyor peşi sıra. Yumuyorum gözlerimi bir ara. Yumuyor ve hızla
kaymaya başlıyorum derin, karanlık bir tünelinin içinde.
Zaman Tünelinin.
Sonra ortalık
aydınlanmaya başlıyor. Uzaktan süzülüp gelen ışığa yöneliyorum.
Yıl 1940. İşte gördüm seni! Oradasın. Daktilonun başına oturmuş
yazıyorsun yine.
Elinden tutup!
Var gücümle çekmek istiyorum seni. Ait olduğun yere, şimdiki zamana çekip çıkartmak
istiyorum. Bildiğin tünellerden farklı
bu tünel. Sonu oldukça çetin. Arsızca mücadele etmeyi, haksızlığa, eşitsizliğe
dur demeyi gerektiriyor.
Çünkü büyük
bir boşluk var, yeri doldurulmayı bekleyen. Öyle büyük ki bu boşluk, kimsenin
cesaret edemediği, her şeyin sarpa sardığı, kalemlerin cezaevlerine tıkıldığı,
edebiyatın kapitalizme kurban edildiği bir dönem bizimkisi. Aslında senin hiç
de yabancısı olmadığın tanıdık ve bildik ayak izleri bunlar. Balçık çamura batmış,
çırpındıkça kayan diplere doğru çekilmeye çalışılan ülkemde, belli belirsiz
ayak izleri…
Yaşam hikâyeni
okuduğumda varıyorum bu kanıya. “İşte Bu!” diyorum. “İşte Bu Kadın çıkarabilir
bizi aydınlığa!” Tıp profesörlerinden İsmail Derviş Bey'in kızı Hatice Saadet
Baraner. Aynı zamanda Aristokrat bir ailenin kızı…
Almanya'da
Berlin Konservatuarı ve Edebiyat Fakültesi'nde okudun.
Çocukluğunda
öğrendiğin Fransızca sayesinde Montre ve Lozan Konferanslarında bulundun.
Birçok ilk’e imza attın yaşamın boyunca. İkdam gazetesinde ilk kadın sayfasını
sen düzenledin. İlk Basın Sendikasının 5 kurucusundan biri de sendin. Öyle ki o
devirde Devrimci Kadınlar Birliğini kurucusu ve ilk başkanı da sen oldun.
Son Posta,
Vatan, Cumhuriyet gibi gazetelerde röportajların yayınlanıp, romanların tefrika
edildi. Yazar Reşat Fuat Baraner ile evliliğin yaşamının akışını tamamen
değiştirmişti. Birlikte Yeni Edebiyat Dergisi'ni çıkartmaya başladığınız. 15
Ekim 1940–15 Kasım 1941 arasında yayınlanan dergide, fıkradan eleştiriye kadar
birçok yazı ve öykülerin yayınlandı. Bu dergi Türkiye’de yayınlanan Toplumsal
Gerçekçi Akımın ilk yayın organı oldu.
1944
tutuklamalarında evde eşin Baraner’i saklamaktan dolayı ve Fuat Baraner ile
birlikte Türkiye Komünist Partisi’ ne katıldığın için tutuklandın. Bir yıl
süren mahkûmiyetin ardından senin için sürgün yılları başlamıştı. 1953–1963
yılları arasında Paris’te yaşadın. Bu süre boyunca kalemin hiç durmadı.
Paris’te yazdıklarını 1963 sonrası İstanbul’a döndükten sonra peşi peşine
yayınlatmaya başladın.
Feminizm, tam
bir yaşam biçimiydi senin için. Siyasi gerçeklerinden ayrı tutmayı, özgürlük ve
dürüstlüğün bir nişanesi olarak üzerinde taşımayı başardın.
“Başını
eğmeyen kadın” imajın öyle bir yer etmiş ki kişiliğine, adeta bütünleşmişti
seninle. Suat Derviş’in adı artık bu üç kelime ile anılır olmuştu. Duygularını dışa yansıtmayan bu güçlü kadın
portresini romanlarındaki kadın karakterler üzerine bir gömlek gibi giydirmeyi
başardın. Kadın senin kaleminde yeniden şekilleniyordu adeta. Dik başlı,
gururlu bir o kadar da mağrur.
Öyle ki çocukluk
aşkın Nazım Hikmet bile payına düşeni almıştı sıra dışı kişiliğinden ve
GÖLGESİNDE adlı şiirinde seni şu dizelerle anlatıyordu.
Ağlasa
da gizliyor gözlerinin yaşını;
Bir kere eğemedim bu kadının başını.
Kaç
kere sürükledi gururumu ölüme.
Fırtınalar
yaratan benim coşkun gönlüme,
Ya
bu kadın delidir,
Yahut
ben çıldırmışım.
(…)
Hiç
olmazsa hıncımı böyle alırım, dedim
Yola
mağrur uzanan gölgesini çiğnedim.
Nazım Hikmet Ran
Bundan 60-70
yıl öncesi.. Adı ülke sınırlarını aşan belki de ilk Türk yazar sendin.
Romanların birçok dile çevriliyordu.
Eserlerinin
temel dayanağı ve ortak noktası gerçekçilikti. İdeolojilerini ve siyasi
görüşlerini her zaman edebi yaşamında kullanmayı seçtin. Her benimseyiş edebi
çizginde bir kırılma noktasına dönüştü. İlk romanlarında Osmanlı burjuvasını ve
dönemin elit kesiminde kadının toplum içindeki konumuna dikkat çekerken, Feminizm
ve Marksizm ile tanışman seni edebiyatta farklı bir yöne sürükledi. Bu yüzden
olsa gerek; 1931 ve daha sonrasında yazdığın romanlarda Marksizmin
sorgulanışını ve yarattığın karakterlerle feminizmin öncülüğüne dikkat çekmeye
başladın.
“Olan Şeylerin Romanı” (1937) ve Aksaray’dan Bir Perihan (1962) gibi
ideolojilerinin daha ağır bastığı romanların gazetelerde tefrika edildi.
1944 yılında
bir gazetede marksizmi sorgulayan "Neden Sovyetler Birliği Dostuyum?"
isimli inceleme yazından sonra gazetelerin kapıları bir bir kapandı yüzüne.
Yayınevleri de artık kitaplarını yayınlamaz oldu. Bu durum 10 yıl sürdü
Hiç
şaşırmadım!
Her dönemin
sancısıdır bu; birçok yazarın kalemini kırmaya çalışan zihniyet. Yazdığı
kitaplar yüzünden tutuklanmış yazarlarımız dün olduğu gibi bugün de var. Hatta
basılmamış kitaplardan dolayı ceza evlerine tıkılan yazarlarımız bile mevcut.
Zalim izin vermez buna. İstemez edebiyat keskin kalemlerle şekillensin.
Dürüstlük, doğruluk, hakkaniyet ilkemiz, laiklik yolumuz olsun.
O dönem artık iş bulamaz hale gelmiş, çareyi, farklı
isimler kullanmakta bulmuştun. Uzunca bir süre yazı ve tefrikalarını değişik
isimlerle yayınlatmaya başladın. Bu
yöneliş uzun sürmedi, fakat bugün hala eserlerinin gerçek sayısı tespit edilemiyor.
Ölümünden kısa bir süre önce yazmaya başladığın anılarını
bitirebilmek en büyük arzundu. Fakat ömrün yetmedi tamamlamaya… Ölümünün hemen
ardından yarım kalan anı dosyası, daktiloda takılı son sayfayla birlikte evinden
kayboldu.
Her anı dolu dolu geçen bir yaşam sürmüştün oysa.
Fakat bir yazar için en kötü şey vefasızlık olsa gerek. Bu keder dolu tümceden
sen de payına düşüne almış, son yıllarını Beyoğlu’ndaki eski bir apartman
dairesinde tek başına geçirmiştin. Ölümünden 3-4 ay önce seninle tanışma
fırsatı bulan İsmet Kür , yıllar sonra o günlerden bahsederken şöyle yazacaktı.
“…. Yaşamının son yıllarını bu yarı
terkedilmiş binanın harap bir dairesinde ve yarı terkedilmiş olarak tüketti.
Gelip giden sadık dostlarının sayısını, eskiyle kıyaslayınca, üzülmemek olası
mı?En sadık ziyaretçileri hala, emniyet mensuplarıydı. 12 Mart günlerinde
yaşından da yaşlı olması, kimi gecelerini karakolda geçirmemesi için bir neden
sayılmıyordu.” [1]
Ve işte romanların.…
Kara Kitap
(1921), Ne Bir Ses Ne Bir Nefes (1923), Hiçbiri (1923), Ahmed Ferdi (1923),
Behire'nin Talipleri (1923), Fatma'nın Günahı (1924), Ben mi (1924),Buhran
Gecesi (1924), Gönül Gibi (1928), Emine (1931), Hiç (1939), Çılgın Gibi (1934),
Fosforlu Cevriye (1968) ve ilki Paris’te Fransızca olarak yayınlanan Ankara
Mahpusu (1968)
İlk kitabın
“Kara Kitap”. Şadan isimli hasta bir kızın ölüme yaklaştıkça artan yaşama
isteğini dile getirdin bu romanında. Kendi çocukluk yıllarına olan özleminin
hikâyesiydi belki de. Senin gibi eski bir konakta yaşıyordu Şadan. Yaşama
sevinciyle dolu romantik bir genç kızdı. Yaşlıların arasında geçen konak
hayatını “Ölüm kokuyor” diye nitelendiriyor, çıkıp gitmek yaşıtlarıyla bir
arada olmak istiyordu. Çirkin ve kambur Hasan’ın aşkına karşılık vermemiş. Onun
ölümünden sonra gördüğü hayaller arasında can çekişleriyle hayatını
kaybetmişti.
“Çılgın Gibi” romanında Batı da gelişmiş olan
marksizmin yarattığı sosyo-ekonomik gelişimlerden etkilendin, Fosforlu Cevriye
ise, ataerkil yapıya dur diyebilen, kadının kendi başına bir birey olduğunu,
özgürlüğünü, haklarını ön plana çıkardığın ünlü romanın.
“Çılgın Gibi”
romanının kadın kahramanları Çeşmiahu ve Celile, “Hiçbiri” romanının da Cavide
ve tabi Fosforlu Cevriye’nin unutulmaz dik başlı asi ruhlu Cevriye’si.
Romanlarındaki
kadınların ortak özellikleri; Toplumun, kadına biçtiği 2. sınıf insan olmanın
ve geleneksel yapı içine hapsedilmiş sosyal rollerin, karşısında dimdik
durabilen, yaşantısını ve kaderini yerleşmiş sistemsel yapıya aykırı yaşayan
karakterler, olmasıdır. Dediğim dedik,
dik başlı, gururunu tüm değerlerin önünde tutan bir kadın tipolojisiydi
karşımıza çıkan. Feminizm ile feminenliğin bütünleşip bir bedende harmanlandığı
kadın karakterler.
Gerçekte
gururlu, sıra dışı, duygularına gem vurmayı ilke edinmiş, haksızlığa boyun
eğmeyen kadın portrelerin şekillendiği romanlarında, okuyucu; yarattığın
olaylar döngüsüyle sınıfsal farklılıklara ve kadının her şartta bağımsız
davranıp, yaşayabilen serüvenine tanıklık eder.
Eserlerini,
yayınlandığı yıllardaki Türkiye’nin gerçekleri ile dünün ve bugünün
Türkiye’sinde değerlendirecek olursak her üç dönemde de farklı izler bırakır.
Bu, toplumsal
gerçekçiliğin kadından yansıyan izdüşümüdür.
NOT: Bu yazı (Mektup) 'Gün Yüzü Mektupları' adlı kitapta yayınlanmıştır.
[1] İsmet Kür –Yarısı Roman-Everest Yayınları
[2] Liz Behmoaras, Suat Derviş –Efsane Bir Kadın ve Dönemi-, Remzi Kitabevi, 2008
[2] Liz Behmoaras, Suat Derviş –Efsane Bir Kadın ve Dönemi-, Remzi Kitabevi, 2008